İşler öyle hızlı değişiyor ki, siz bu yazıyı okurken bile birçok şey değişmiş, kıyamet kopmuş da olabilir. Rusya lideri Putin, Ukrayna’nın Donbass bölgesindeki ayrılıkçı Rus vatandaşların ağırlıkta olduğu Donetsk ve Luhansk şehirlerinde bağımsızlık ilan edilmesinden sonra sınırdaki Rus tanklarına “Barış Gücü Operasyonları” adı altında bu bölgeye girmeleri emrini verdi. Yani Putin bir anlamda “şah” dedi. Şimdi hem karşı hamleyi bekliyor hem de karşı hamlenin zayıflığı halinde bir sonraki güçlü hamleyi hesaplıyor. Putin’in bu yaptığı diplomaside yeni bir kavram olan “fiili işgal”dir.(Yunanistan da bunu Ege’de yaptı ve askersiz adaları silahlandırdı. Bu fiili işgaldir.) Putin, ABD liderliğindeki Batı’nın yani NATO’nun Rus ordusundan güçlü olduğunu biliyor ama Batı’nın kendisi ile bir silahlı çatışmaya giremeyeceğini de biliyor. O nedenle silahını masaya koydu. ABD ve AB, Rusya ile bir savaş halinde eve gelecek tabutlardan dolayı kamuoyundan çok çekiniyorlar. Bu durumda Batı’nın elindeki en etkin seçenek “vekâlet savaşı” yaptırmak. Bunu da ne kadar yaptırabilir, zira ABD ve AB ne kadar askeri malzeme desteği verseler de Ukrayna’nın Rusya ile başa çıkması “kuvvet mukayesesi” açısından mümkün değildir. Ukrayna halkı milliyetçi bir halktır ama imkânları belli, bir işgal durumunda “asimetrik unsurlarla” küçük silahlarla, balıkçı teknesine yerleştirilmiş patlayıcılarla filan mücadele edecektir.
ABD’nin 2030 da bütün gücünü Güney Pasifik’e vereceğini ve Çin’in etkinliğini kırmaya yönelik bir gayret içinde olacağından 2030’a kadar Ortadoğu ve Avrasya bölgesini şekillendirmek amacında olduğunu biliyoruz. Bu durum Rusya’yı ciddi ölçüde rahatsız etmektedir. Zira ABD, NATO vasıtası ile Rusya’yı Baltık’dan Ege’ye kadar çevrelemiş, Ukrayna ve Gürcistan ile de Kafkaslar’dan çevrelemeyi tamamlamak istemektedir. Bu tabloda Rusya’yı Uralların doğusuna hapsetmek gibi bir durum ortaya çıkacaktır ki Rusya’nın Kuzey Buz Denizinden başka denize çıkış noktası kalmamış olur. Putin’in bunu kabullenmesi mümkün değildir. Rusya, Avrupa savunma mimarisinde kendisine bir yer istiyor. ABD Baltık’ta önünü kestiği için şimdi Karadeniz’i asla kaptırmak istemiyor. İlaveten ABD’nin kendisini Uralların doğusuna sürerek Çin ile arasında Rusya’yı bir tampon bölge konumuna sokmak istediğini de biliyor. Öte yandan Putin “Yeni Rusya”nın ruhunu temsil ediyor. Yani komünizmin değil Rus milliyetçiliğinin temsilcisi konumundadır. ABD bu ruhu anlamakta zorlanıyor. Putin eski Sovyetlerin nüfuz alanını şimdi “çarlık” Rusya’sı şemsiyesi ile canlandırmak peşindedir.
Rusya ve Çin birlikte mevcut dünya düzeninin değişmesini ve yeniden kurgulanmasını istiyorlar. ABD ise hayır tek kutuplu, benim egemen olduğum dünya düzeni devam etsin diyor. Bununla birlikte Putin, Avrupa’nın kendilerini dışladığından dolayı büyük bir kırgınlık duyuyor. 1990’larda NATO’ya girmek istemişlerdi ama Avrupa reddetmişti. Şimdi Rusya ben bir küresel gücüm ve sizler beni kabul edeceksiniz diyor. Tabii Donbask bölgesinde olanların ABD ve Batı’yı ciddi biçimde ürkütmesinin bir diğer nedeni de yarın Rusya aynı tavrı Estonya, Letonya ve Litvanya üzerinde gösterirse ne olacak endişesidir. Zira o devletler de geçmişte SSCB’nin uyduları idi. Orada da hala Rus yanlıları var. Bu arada anne ve babası 4,5 yıl St. Petersburg’u savunmuş olan Putin’in St. Petersburg sokaklarında yetişmiş iyi bir kavgacı olduğunu ve ne zaman saldıracağını, ne zaman kaçacağını çok iyi kestirebilen eski bir KGB Yarbay’ı olduğunu da unutmamak lazım. Rusya açısından önemli bir nokta da şu dur; gereğinden fazla genişleme kavramı öne çıkıyor burada. Ülkeler kendi askeri ve ekonomik güçleri ne kadar ise o noktaya kadar gidebilirler daha fazla gidemezler. Our strech (bizim gerginliğimiz) teorisi gereği bir ülke yayılır, işgal eder ancak işgal ettiği alanlardaki halkı besleyemez ise oralar işgal edenden kopar. Rusya bu yayılmayı yaptığında 40 milyon Ukraynalıyı beslemek ve ihtiyaçlarını karşılamak zorundadır. Rusya’nın ise bunu yapacak ekonomik gücü yok. Diğer açıdan Batı’nın uygulayacağı ekonomik yaptırımların Rusya’yı çok etkileyeceği de düşünülmemeli. Zira Kırım işgali sürecinde bir etkisi olmadığı görüldü. Ama Rusya’nın Avrupa’ya verdiği doğal gazı kesmesi halinde yalnız mutfak değil Avrupa’daki 5 trilyon $ lık sanayi de durur. Rusya’nın Yakutistan bölgesinde bulunan gaz bile Avrupa’nın 33 yıllık ihtiyacını karşılıyor. Yani Rusya’nın 100 yıldan fazla kullanılabilecek büyük bir gaz gücü var. Bu açıklamaların ışığında gelelim davulun güm dediği yere. Türkiye ne yapacak? Asıl soru bu.
Türkiye çok net biçimde ABD-NATO-AB- Ukrayna-Rusya beşgeninde tam bir cendere içinde kalmış durumdadır. Türkiye hem Rusya hem de Ukrayna ile komşu ülke konumundadır. Ukrayna’dan ve Rusya’dan % 90 ölçüde buğday ithal eden ülkedir. Ukrayna’ya 2,9 milyar $, Rusya’ya 5,6 milyar $ ihracatı vardır. Ukrayna’da 30 milyar $ lık yatırıma sahiptir. Türkiye ekonomik açıdan Rusya’ya çok daha fazla bağımlıdır. Rusya’dan doğal gaz almaktadır, nükleer santral yatırımları, tarım ürünleri satışı vardır, Rus turistler çok önemli bir gelir kaynağımızdır. Hakeza Ukrayna’dan da yılda 2 milyon turist gelmektedir. Çok daha önemlileri Türkiye, Rusya’dan doğal gaz almaktadır ve Suriye’de Rusya ile ortak alanlarda “güvenlik” çalışmaları vardır. Gazı bir keserse her şey durur. Diğer yandan Türkiye, NATO’nun bir kanat ülke üyesidir. ABD ile çok ciddi bağlantıları vardır, AB süreci içinde Avrupa’nın bir ülkesidir. İhracatının en büyük kısmı ABD ve AB iledir. Yani say sayabildiğin kadar. E, şimdi ne olacak? Türkiye’nin çıkarları hem NATO ile hem de Rusya ile iyi ilişkilerini devam ettirmesinden geçiyor, yani tam bir “dengeler politikası” gerekmektedir. En zor yürütülen dış politika türü olan “dengeler politikası” için de rahmetli Fatin Rüştü Zorlu, Turan Güneş, İhsan Sabri Çağlayangil gibi çok birikimli ve deneyimli hariciyecilere büyük ihtiyaç vardır. Lakin ABD, Türkiye’nin Rusya ile olan çok yakın ilişkileri nedeniyle Türkiye ile bir güven sorunu da yaşamaktadır. Diğer yandan Ukrayna’ya satılan SİHA’lar nedeniyle Putin’in de sert eleştirilerinin hedefi olmuştuk. Batı, Rusya’ya karşı ekonomik yaptırımlar uygulayacaktır ama bunu NATO kapsamında yapmayacağını değerlendiriyoruz. Batı yaptırımları konusunda Türkiye’ye karşı Kırım’da olduğu gibi bir esneklik gösterilecektir. Ukrayna’nın Ankara Büyükelçisi Vasyl Bodnar; “Hukuki tanımıyla savaş başlarsa Türkiye’den Boğazları Rus gemilerine kapatmasını talep edeceğiz.” dedi. Bu ise ancak temenni düzeyindedir. Çünkü Montrö Anlaşmasında “savaş” kelimesi vardır ve uluslararası hukuka göre “savaş” kelimesi bir devletin diğer bir devlete bizzat “savaş açtığını” ilan etmesi ile geçerlilik kazanır. O nedenle Türkiye’nin boğazları kapatması gibi bir durum yoktur. Mevcut durum Yalta’dan sonra ABD ile Rusya arasındaki en tehlikeli ve en gergin durumdur. Tabii bu tespit ve analizlerimiz yazımızı yazdığımız an itibariyle idi. Hep söyleriz tetik bir kere düşüp ilk kurşun atıldıktan sonra işin sonunu hiç kimse kestiremez. Dileriz durum bir an önce sükûnete kavuşur, aklıselim galip gelir ve dünya büyük bir çatışmanın eşiğinden geri döner. Aksi halde Allah korusun bineriz bir alamete gideriz kıyamete. Bir de ne İsa’ya ne Musa’ya hesabından arada güme gitmeyelim de.
Görüntüleme Sayısı: 108